İnsanın Kendi Gölgesine Rastladığı Yer Abdulselam GÜLYEN /  Şırnak Ajans  Dünyanın gürültüsünden kaçarken insan en çok kendi içinde patlayan sessizliğe yakalanıyor. Bir sızı gibi yayılıyor zaman, kaldırımlara düşen gölgeler uzuyor, kısalıyor, ama içimizdeki ağırlık hiç yerinden oynamıyor. Hayat, insanın yüzünü okşar gibi yapıp avuçlarını yakıyor çoğu zaman; öğretirken acıtıyor, acıtırken büyütüyor, büyütürken eksiltiyor. Kim bilir, belki de hepimiz biraz eksile eksile çoğalıyoruz. Yüzümüzü nereye çevirsek bir kırık hatıra, bir unutulmuş söz, bir yarım kalmış heves karşımıza dikiliyor. İnsan denen bu garip yolcu, neyi kaybettiğini bilmeden arıyor, bulduğunu sandığında da kaygıyla geri çekiliyor. Kader diyen de var buna, keder diyen de… Oysa ikisi de aynı yokuşun farklı taşları; ayağımız acıyor ama yürümekten de geri duramıyoruz. Sonra bir bakıyoruz, günlerin içinden sessizce düşmüşüz. Takvim yaprakları değişmiş, alışkanlıklarımız büyümüş, umutlarımız küçülmüş. İnsan, kendi ömrünün seyircisi oluveriyor bir anda; ne alkış var ne ıslık—sadece içimizde hafifçe çarpan bir nabız, “devam et” diyor. Ama devam etmek de bir maharet artık. Yağmurun toprağa işlediği gibi, acılar da insanın içine işliyor. İçimizde biriken oyuklar, bazen bizi hafifletiyor, bazen daha da ağırlaştırıyor. Bir gün geliyor, gülüşlerimiz bile içimizdeki kırık camlara çarpıp geri dönüyor. İşte tam o anlarda, kaybolduğumuzu sanıp aslında kendimize yaklaştığımızı fark ediyoruz. Çünkü insan, en çok kendi uçurumunun kenarında kendine rastlıyor. Düşenler, duranlar, kaçanlar, kalanlar… Hepsi aynı hikâyenin farklı cümleleri. Dünya kendi ekseninde dönerken biz de kendi iç eksenimizde savruluyoruz. Bir yanımız “git” derken, diğer yanımız “dur” diye tutuyor kolumuzdan. Gittiğimiz yerlerde aradığımızı bulamıyor, döndüğümüz yerlerde kaybettiğimizi hatırlıyoruz. Ne ileri ne geri; bir yerlerde hep yarım kalıyoruz. Belki de insanın talihi bu: Yarım kalmak. Ama yarım kalanlar da güzeldir. Çünkü tamamlanmış her şey biter, yarım kalanlar yaşamaya devam eder. Bazen kendimizi yeni bir sokağın köşesinde, bazen eski bir fotoğrafın kenarında, bazen de hiç bilmediğimiz bir kelimenin içinde buluyoruz. Dünya bize bir şey öğretmiyor artık; biz dünyadan bir şey koparıp anlamaya çalışıyoruz. Hayatın makamı değiştikçe notalar da bizi terk ediyor, fakat yine de içimizden bir ezgi yükseliyor—kırık, ama sahici. Ve insan, en çok sahiciliğine tutunarak hayatta kalıyor. Çünkü bizler; mazimizde iz taşıyan, geleceğimizde sis saklayan, bugünümüzde umut arayan yolcularız. Düştüğümüz yerlerden kalkmayı değil, düştüğümüz yerlerde yaşamayı öğreniyoruz. Kırıldıkça güçlenmiyor; kırıldıkça yumuşuyoruz, derinleşiyoruz, inceliyoruz. Zannedildiği gibi değil; insan zayıf olduğu için değil, çok güçlü olduğu için kırılıyor. Ve bütün bu kırıklıkların içinden bakınca dünya, biraz daha gerçek, biraz daha göze batıcı, biraz daha yaşanılası görünüyor. İşte o yüzden: Görmenin acı verdiği yerden bile olsa, yine de bakıyoruz hayata. Yeniden başlamak için değil; yarım kalanı onurlandırmak için. Abdulselam Gülyen- Bir Sınır Kentinden Notlar