TARİH, SÖZLÜ TARİH, MENKIBE VE EFSANE
Metin RASTDİL
Tarih bilimi, yazının kullanımından önceki ve sonraki tüm arkeolojik ve ilgili alanların verilerinden süzen bilgiler ile yol alır. Tarih, bir sosyal bilim dalı olarak veriler ile çalışır. Ancak bu durum, tarih biliminin değişmez fizik kanunları gibi olduğunu göstermez. Arkeolojik kazılarla, ortaya yeni çıkan buluntularla tarih bilimi sürekli yenilenir ve bilgiler güncellenir. Yazılı tarih dışında ise sözlü tarih de rağbet görür. Tarihi bir olayın tanıkları hala yaşıyorsa onların tanıklıklarına başvurulur ve kayıt altına alınır. Yine kuşaktan kuşağa aktarılan sözlü tarih ögeleri vardır. Yazılı ve sözlü tarih dışında ise bir de menkıbe denilen bir tür de vardır. Menkıbeler de sözlü tarih ile efsaneler arasındaki geçiş yeridir. Yani yazılı tarih, sözlü tarih, menkıbeler ve efsaneler olarak dörde ayırabiliriz. Önemli olan geçmişte yaşanan bir olayı, durumu ifade ederken bunun hangi türde olduğunu ifade etmektir. Eğer bir menkıbeyi yazılı bir tarih olarak yazarsak tarih bilimi devre dışı kalır. Yine efsaneleri ve sözlü tarihi birbirine karıştırmamalıyız. Ayrıca efsane ve menkıbe henüz ortaya çıkarılmamış tarihin ham hali de olabilir. Örneğin Göbeklitepe olarak bilinen tepenin adı halk arasında Girê Miraza’dır. Kürtçe’den Türkçe’ye çevirirsek Dilekler Tepesi’dir. Daha hiçbir arkeolojik kazı yapılmadan yüzyıllarca insanların özellikle çocuk sahibi olmak isteyen kadınların tepeye geldikleri ve kutsal gördükleri ağaca bez bağladıkları, dileklerde bulunduklarını biliyoruz. Bölgenin adı ise Xirabreşk yani Kara Harabeler’dir. Yani toprak altında da olsa bölge ve tepe halk arasında çeşitli özellikleri ile biliniyor, değer atfediliyordu. Sadece yer isimlerinin anlamı açısından bile bu durum ortaya çıkıyor. Arkeoloji ve tarih bilimi, yüzyıllardır değer atfedilen, kutsal görülen bölgeyi kazılarla ortaya çıkardı ve artık arkeoloji ve tarih biliminin konusu oldu. Bu örnekte gördüğümüz gibi bir efsane ya da menkıbe henüz ortaya çıkarılmamış tarihin ta kendisi olabiliyor. İkinci bir örnek olarak da Gurkêl’i verebilirim. Gurkêl ile ilgili halk arasında birçok efsane olsa da Gurkêl’in tüm Ortaçağ boyunca yüzyıllarca ayakta kalmış önemli bir mirlik olduğunu ve 1838 yılına kadar da bölgenin üç mirliğinden birisi olarak bölgeye hükmettiğini ortaya koydum.[1] İkinci kitabımda bu konuda çok detaylı bilgiler olacak. Yani efsaneler diyarı olarak nitelenen bir başka bölgenin daha aslında önemli bir tarihsel alan olduğunu görüyoruz. Bu örnekleri çok daha fazla çoğaltabiliriz. O kadar çok kayıp kalemiz, antik köyümüz ve kayıp şehrimiz var ki. Evet, yanlış okumadınız sadece kayıp kalelerimiz yok, aynı zamanda kayıp şehirlerimiz var. Bu kayıp kaleler ve şehirler ile ilgili birçok efsane dolaşmasının sebebi aradan geçen uzun zamanın bilgileri değiştirmesi ve gerçek bilginin unutulup efsaneler türetmesidir. Yani efsaneleri ve menkıbeleri bir çırpıda önemsiz göremeyiz. O efsane ve menkıbelerin ana kaynağı, tarih ve arkeolojinin odak noktası olabilecek veriler olabiliyor. İlk başta dediğim gibi önemli olan yazılı tarih, sözlü tarih, menkıbe ve efsane türlerinden hangisi olduğunu ilk başta belirtip bunları birbirine karıştırmadan tahlil etmektir. Zaten sonradan bu türlerin yolu bir yerlerde kesişebiliyor. Bir sonraki yazıda size kayıp şehrimizi anlatacağım.
Metin RASTDİL/Şırnak Ajans
Dipnot: [1] : Gurkêl Okulu, Metin Rastdil, KDY, 2023.
![]()
