Barışın Grameri; Ne Yapmalı, Nereden Başlamalı?
Abdulselam GÜLYEN / Şırnak Ajans
İçinden geçtiğimiz bu keskin viraj, yalnızca takvim yapraklarının değiştiği bir zaman aralığı değil; tarihin bize tuttuğu kocaman bir aynadır. O aynada, geçmişin bütün yüküyle birlikte “çözüm” ve “barış” kelimelerini yeniden tartıyoruz. Ancak bu tartı, kuru bir dilek yahut romantik bir iyi niyet temennisinden ibaret değil. Çünkü barış, sadece bir sonuç değil; ince ince örülmesi gereken bir süreçtir. Ve o sürecin her adımı, ahlaki bir tutarlılıkla, sahici bir samimiyetle atılmadıkça yere sağlam basmaz.
Zaman, bizden artık “nasıl” ve “nereden” başlamalıyız sorusuna dürüst bir yanıt istiyor. Demokratikleşmeyi, eşit yurttaşlığı, kalıcı barışı konuşuyoruz ama asıl mesele hâlâ ortada duruyor:
Barışın dilini, gramerini, hatta mimarisini nasıl kuracağız?
Barışı İnşa Etmek; İhmal Edilen Gündemler
Bugün önümüzde duran tablo, yıllardır ertelenmiş, ötelenmiş ve halının altına süpürülmüş toplumsal meselelerin toplamı gibi. Adaletin yer yer köreldiği, kimliklerin keskin hatlarla birbirine çarptığı, güven duygusunun sessizce eridiği bir dönemdeyiz. Bu nedenle başlangıç noktasını büyük siyasetin gürültüsünden değil, gündelik hayatın nabzından almak gerekiyor.
Barış, meclis salonlarında imzalanan protokollerle değil; komşunun komşuya, esnafın müşteriye yeniden güven duymasıyla başlar. Farklılıkların tehdit değil, birer renk olarak algılandığı bir mahalle kültürünü yeniden inşa etmeden hiçbir siyasal irade kalıcı barışın kapısını aralayamaz.
Toplumsal güvenin en büyük düşmanı, adalet duygusunun zedelenmesidir. Barışın mimarisi; siyasetten bağımsız, şeffaf ve herkes için eşit işleyen bir hukuk sistemi üzerine kurulmadıkça sağlam duramaz. Geçmişle yüzleşmek, helalleşmek, hakikati açığa çıkarmak… bunlar sadece vicdanı değil, geleceği de onaran eylemlerdir.
Ve elbette bir diğer mesele; toplumun kendisiyle yeniden buluşması. Yıllardır kutuplaşmanın yorgunluğunu taşıyan bu ülke, artık birbirini duymaya, sahici bir diyalog kurmaya muhtaç. Bunun yolu da sivil toplumun, sanatın, akademinin ve sokaktaki sıradan insanın sesine gerçekten kulak vermekten geçiyor. Çünkü toplumsal olanı büyütmek, tam da bu samimi buluşmaları çoğaltmak demektir.
Dönemin Ruhu; Ahlaki Politika
Artık zamanın ruhu, içi boş söylemlere, yaldızlı vaatlere tahammül etmiyor. İnsanlar, söze değil, eyleme; nutka değil, dürüstlüğe bakıyor. Barışın grameri, önce dilde değil, vicdanda kuruluyor.
Bir siyasetçinin en büyük cesareti, yapamayacağı şeyi vaat etmemesidir. Toplumun kalbinde karşılık bulan politika, sadece sonuç odaklı değil; ahlaki temelli olandır. Çünkü bir politika; ayrımcılığı sonlandırmıyor, vicdanı rahatlatmıyor ve en zayıf olanı korumuyorsa, başarılı sayılmaz.
Çözüm süreci, hiçbir partinin tekeline bırakılamayacak kadar memlekete dairdir. Bu yüzden siyasetin aktörleri, kendi çıkar hesaplarını bir kenara bırakıp kolektif vicdanın sesini duymak zorundadır. Barış, yalnızca silahların susması değildir; aynı zamanda yeniden başlama cesaretidir.
Ve bu cesaret, yukarıdan değil, aşağıdan; gündelik yaşamın kalbinden doğar. Pazarda, okulda, kahvede, yani insanın insana değdiği yerde… Çünkü barış, bir siyasal manevra değil; bir yaratım sürecidir.
Bu yaratım, önce kalbimizde, sonra sokağımızda başlamak zorundadır
Bir Sınır Kentinden Notlar
Abdulselam Gülyen
