İki Yıllık Destan, Unutulmuş Bir Miras: Farkîn'in Sessiz Çığlığı

Moğol orduları, 1258 yılında İslam halifeliğinin başkenti Bağdat’ı sadece 6 günde ele geçirdi. Bu, tarihin en hızlı ve yıkıcı darbelerinden biriydi.

Ancak aynı ordu, aynı yıl, başka bir şehir karşısında tam 2 yıl boyunca çakılıp kaldı. Burası, kadim adıyla Farkîn, bugünkü ismiyle Silvan idi. Ve onların karşısında, tarihe adını direnişle yazdıran bir yiğit duruyordu: Melik Muhammed Kamil Eyyubi.

Bu, yalnızca bir savaşın değil; inancın, onurun ve insan iradesinin sınırlarını zorlayan bir destanın hikayesiydi. Silvan, Asurlardan Urartulara, Romalılardan Eyyubilere kadar sayısız medeniyeti bağrında taşımıştı. Ancak Eyyubiler döneminde yaşanan bu mücadele, şehrin ruhuna işleyen en derin izlerden biri oldu.

Bu destansı direnişi ilk kez tarih sayfalarında okuduğumda, derinden etkilendim. İçimde uyandırdığı o büyük hayranlık ve saygı, beni harekete geçirdi.

Önce bu hikayeyi, "Destana Mîr Muhammedê Eyyubî" (Şerê Farqin'ê li hember Moxolan) adı altında, Kürtçenin şiirsel diliyle kitaplaştırdım. Ama kelimeler yetmedi… Bu kahramanlığı, sadece yazmak değil, ona ses vermek istedim. Kitabımı, o ruhu yansıtacak şekilde seslendirdim.

Sonra, daha da büyük bir projeye giriştim. Bu etkileyici mücadeleyi, daha geniş kitlelere ulaştırmak için Türkçe olarak bir roman haline getirdim ve yazımını tamamladım. Henüz yayınlamış değilim, ama bu destanın her dilde anılması gerektiğine inanıyorum.

Ancak yazdıklarım ve seslendirdiklerim, beni bir merakla doldurdu: "Bu destan nerede yaşandı?" diye düşünmeden edemedim. Tarihin bu büyük sahnesini yerinde görmek, o havayı solumak için yola çıktım. Bugünkü adıyla Silvan'a vardım.

Ve orada gördüklerim karşısında yüreğim burkuldu. İçim tarifsiz bir hüzün ve derin bir hayal kırıklığıyla doldu. O 2 yıllık görkemli direnişin geçtiği surlar, bugün yıkık, harabe haldeydi. Tarih, adeta ayaklar altında unutulmaya yüz tutmuştu. Kitaplarda ve ses kayıtlarında yaşattığım o ruh, gerçek hayatta solmuş, kaybolmak üzereydi.

Bu bir şikayet değil, bir farkındalık çağrısıdır.

Bu topraklar, sadece taş ve topraktan ibaret değil; bizim ortak hafızamız, kolektif onurumuzdur. Buradan, hem halkımıza hem de yetkililere içten bir istirhamla sesleniyorum:

Lütfen, bu kadim kente sahip çıkalım. Bu tarihi yapıları, bu surları, bu mirası ortaya çıkaralım ve onaralım. Mir Muhammed Eyyubi’nin ve yiğitlerinin hatırasını, sadece kitaplarda değil, bu topraklarda da yaşatalım.

Bu, geçmişe karşı en büyük vefamız, geleceğe bırakacağımız en değerli miras olacaktır. Gelin, bu sessiz çığlığı birlikte bir uyanışa dönüştürelim.