Semsûr Hikayeleri-2

Mehmet Akar  / Şırnak Ajans  Geçen yazımda kırk bin yıl önce Adıyaman’ın kuzeyinde, Palani kanyonunda, Palani köyü civarında yeşeren insan yaşamının bir kesitinden bahsetmiştim. Palani’de hayat devam ediyordu, her gün yeni şeyler yaşanıyordu. Kırk bin yıl önceki atalarımız aynı anda Palani’nin farklı suyunda yıkanıyorlardı, ama onlar suyun aynı olduğunu sanırlardı. Halbuki su da farklıydı, kendileri de farklıydı. Su aynı hızla akmıyordu, aynı ısıda değildi, içinde hep aynı şeyleri taşımıyordu, su hep değişiyordu. İnsanlarda aynı değildi. Suda yıkandıktan bir an sonra o insan aynı insan değildi. İnsan değişiyordu, su aynı su değildi, alışkanlıklar aynı değildi. Ama onlar bu değişimin farkında değildiler. Bu değişim, onların zamanından on binlerce yıl sonra bir Yunanlı bilim insanı tarafından fark edildi. Ne yazık ki; Palan’in insanı bu gerçeği bilemeden toprağa karıştı. Atalarımız yeni şeyler öğreniyordu. Öğrenirken de sıkıntı çekerek, öğrenme uğruna hayatlarını kaybediyorlardı. Her öğrenme onlara zevk, keyif veriyordu. Çocuklar gibi şenleniyorlardı. Yeni şeyler öğrenmenin keyfi ile şenlikler yaparlardı. Çünkü öğrendikleri onların hayatını kolaylaştırıyordu. Hayat onlara anlamlı geliyordu. Avlanma aleti ne kadar keskin olursa avı avlamak o kadar kolay oluyordu. Bu buluş onlarda bir devrimdi. Sivri taşı bir sopaya bağlamak, o aleti kullanmayı kolaylaştırıyordu. Fırlatılarak avı avlayan bir alet daha keyif verici olmalıydı. Karınlarını doyurmak en acil işleriydi. Ne buğday tarlaları ne de mısır tarlaları vardı. Ekim nedir, biçme nedir, bilinmezdi. Henüz buğday da bilinmiyordu. Etrafında olanlarla yetinirlerdi. Yaban armudu, yaban dutu, yaban eriğini bilirlerdi. Bu yaban meyvelerin yenilip yenilmediğini öğrenmeleri belki yüz yıllarını aldı. O meyvelere şüphe ile bakarlardı. Çünkü bazen zehirli bir yaban otu onların ölümüne neden olurdu. Hangi meyvenin sebzenin yenilebilir olduğunu öğrenmeleri yüz yılarını aldı. Tıpkı bir maymunun şüpheciliği gibi. Her şeyi kendileri öğrenmeliydiler. Onlara iyiyi, kötüyü öğretecek ne bir melek, nede bir şeytan vardı. Onlar her öğrendiklerini bedel ödeyerek öğrendiler. Toplayıcılık tek bildikleri şeydi. Doğa zengindi. Onlar henüz yokken doğanın zenginliği onları bekliyordu. Ama onlar bu zenginliğin farkında değildiler. Kimse onlara yol göstermiyordu, şunu ye bunu yeme demiyordu. “Şunu yersen seni bu güzel yerden kovarım” diyen de yoktu. O yediği şeylerin iyi mi kötü mü olduğunu ya hayatıyla öder ya da yaşamını sürdürürdü. Tırmanma becerisi yüz yıllarını aldı. Koşarak yakalamak yıllarını aldı. Peki, nasıl anlaşırlardı? En büyük yetenekleri konuşmaydı. Bir bilim adamı insanı tarif ederken, “insan konuşan hayvandır” demişti. Ama nasıl bir dil? Hangi sözcükler? En önemlisi sözcükleri nasıl icat ettiler? Bu sorular yüz binlerce yıla yayılan sorulardır. Acaba sözcükleri de avladıkları hayvanların çıkardıkları sesleri taklit ederek öğrenmiş olasınlar? İneğin, öküzün mööö sü, kuşların civiklaması, horozun üüürüü sesi bu insanların konuşmasının anahtarı olmasın. Neticede insan da bir çeşit hayvandı. Zor olan sestir. A-E-I-İ- O- Ö-U-Ü. Evet konuşmanın temeli de bu sesler değil mi? Bu seslerle söz üretildi. Peki, Palani’de yaşayan ile dağın öbür yakasında yaşayanlar aynı dili mi konuşurdu? Bundan emin değilim, zira her yerdeki insan gurupları aynı dili konuşmuş olsaydı, yani Palani’de yaşayan ile dağın öbür yakasında Harun klanında yaşayan aynı dili konuşmuş olsaydı, bugün dünyada yedi binden fazla dil konuşulmazdı. Sesler sözcükler, sözcükler cümlelere dönüştü. Bu yüz yıllar aldı. Başta birkaç ses çok önemli iken, sonra birkaç söz önemli olmaya başladı. Cümlelerde anlaşmak dilde devrimin ilk adı idi. Atalarımızın sadece insana ait olan bu büyük meziyeti geliştirmesi, onun toplumsallaşmasını, insan olmanın diğer yaratıklar içinde muazzam üstünlüğe sahip olmanın yolunu açtı. İnsanlık dev adımlarla ilerliyordu. Her sözcük bir devrimdi. Her sözcük muazzam bir adımdı. O sözcükler insanın muazzam özelliğidir. O sözcükler bugünün insanın uzaya gitmesinden daha büyük bir adımdı. Palani’deki dil ne kadar büyük bir adımsa, Harun’da yaşayanların yarattığı dil de o kadar değerliydi. O gün o diller, o insanlar için ne kadar birer devrimse, bugün de har Palanililerin, Harunluların konuştuğu diller çok değerlidir. Zira o diller atalarımızın insan olarak tarih sahnesinde görüldüğü günün en muazzam mirasıdır. Her dilin yok oluşu insanlığın, emeğin, mirasın yok oluşudur. Hikayem devam edecek.