Kibir, Görme Yetisini Kaybettiren Bir Sis

Abdulselam GÜLYEN / Şırnak Ajans  Bölgeler, sınırlar, halklar ve güç dengeleri… Bunların her biri, dışarıdan bakıldığında siyasal meseleler gibi görünür. Oysa yaklaştıkça anlaşılır ki; bütün çatışmaların kalbinde insan vardır. İnsanın korkuları, beklentileri, tutkuları; ama en çok da kibri. Kibir, insanın iç âleminde doğar ama dış dünyaya yansıması ağırdır. Çünkü kibir, görme yetisini zayıflatan bir sis gibidir: İnsan hem kendini hem karşısındakini bulanık görür. Gerçekleri seçemez, duyduğu her sesi tehdit, gördüğü her kişiyi rakip sanır. Böyle bir ruh hâliyle atılan adımlar, farkında olmadan yıkıma yol açar. Toplumsal ve siyasal yapılarda da aynı mekanizma işler. Kibirli bir zihin, güç elde ettiğinde daha kırıcı, daha cezalandırıcı, daha intikamcı olur. Oysa kibirle büyüyen hiçbir şey kalıcı değildir. Kibir, insanı büyüttüğünü sandığı yerde aslında onu yalnızlığa mahkûm eder. Çünkü kibirli insanın tek perspektifi kendisidir — bu yüzden de gerçeğin genişliğini, toplumun çeşitliliğini, insanın çoğulluğunu kavrayamaz. İntikamın Körlüğü ve Yapıcılığın Sessiz Gücü İntikam, kibirle akraba bir duygudur: İkisi de aslında güçsüzlükten beslenir. Kendine güvenmeyen insan, “karşısındakini küçültürse büyüyeceğine” inanır. Bu yüzden eleştiri yerine saldırganlığı, anlamaya çalışmak yerine suçlamayı, köprü kurmak yerine yakmayı seçer. Oysa insanı insan yapan, yapıcı olabilme becerisidir. Bir toplumu, bir halkı, bir hareketi, bir düşünceyi anlamaya çalışmak; o bütünü oluşturan insanları dinlemek; onların korkularını ve umutlarını fark etmektir. Yapıcı insan, gücü dayatmakla değil, ortak bir zemin kurmakla elde edileceğini bilir. Çünkü kalıcı olan yalnızca zorla değil, ikna ile, anlayış ile, hakikatin ortaklaşması ile kurulur. İntikamcı yaklaşım, kısa bir öfke rahatlığı sağlar belki; fakat uzun vadede hem birey hem toplum düzeyinde çürütücüdür. Yapıcı yaklaşım ise sabır, emek ve değer üretir  ama onun getirdiği sonuçlar dayanıklıdır. Büyük Siyasetler de Küçük İnsan Gerçeklerinden Başlar Ortadoğu gibi kırılgan coğrafyalarda, halklar, topluluklar ve güç merkezleri arasında yaşanan her gerilim, en sonunda insan ilişkilerine dayanır: Güven ve güvensizlik, aidiyet ve dışlanma, adalet ve haksızlık. Bir bütün için çözüm üretebilmek, ancak o bütünü oluşturan insanları anlamakla mümkündür. Bu nedenle siyaset üstü bir bakış, insanı merkeze alır – Kibirli olanın değil, dinleyebilenin sözünü önemser. – Ayrıştıranın değil, birleştirenin gücünü görür. – Cezalandıran kalıpların değil, üretken fikirlerin geleceği kurduğunu bilir. Hakikati görmek, çoğu zaman en gürültüsüz ama en etkili eylemdir. İnsanın Öğrenme ve Dönüşme Kapasitesi Hiçbir insan kusursuz değildir. Fakat hiçbir insan, kibirle kendi eksikliklerini görmezden gelerek ilerleyemez. Toplumlar da böyle: Kendisiyle yüzleşebilen topluluklar büyür; kibri ilke edinmiş olanlar ise kendi ağırlığı altında çöker. Bir düşünceyi, bir hareketi, bir liderliği ya da bir toplumsal çıkışı anlamaya çalışmak; “kör bir bağlılık” değil, “uyanık bir insanlık” gerektirir. Zira anlamak, eleştirmeyi engellemez — aksine, eleştirinin niteliğini derinleştirir, öfkeyi değil düşünceyi büyütür. Kibrin Karşısında İnsanlığın Sessiz Dayanıklılığı Bugün birçok çevrede gördüğümüz kibirli yaklaşım, yalnızca karşı tarafa değil, o yaklaşımı benimseyenlere de zarar verir. Çünkü kibir, insanı kendi hakikatinden koparır; dayanışma ihtiyacını küçümsetir; çözüm üretme kapasitesini köreltir. Oysa insanlık tarihi, kibirle değil, alçakgönüllülükle, dinleme yeteneğiyle, öngörüyle, yapıcı akılla ilerlemiştir. Kibir geçici bir yüksekliğe, bilgelik kalıcı bir yüksekliğe benzer. Geçici yükseklikler insanı düşürür, kalıcı yükseklikler ise insanı taşır. Abdulselam Gülyen / Şırnak Ajans Bir Sınır Kentinden Notlar