Dedikodunun Zehri ve Yeniden Doğuş Umudu
Abdulselam Gülyen / Şırnak Ajans
Sevgili okurlar,
Bugün sizlerle içimden geçenleri, belki de hepimizin hissettiği o ağır yükü paylaşmak istiyorum. Sabah kahvemi yudumlarken, sosyal medyada dolaşırken veya sokakta iki lafın belini kırarken, fark ettim ki etrafımız bir dedikodu bulutuyla sarılmış. Ahlaki çöküş, toplumsal çürüme... Bunlar sadece kelimeler değil, yaşadığımız gerçekler. Her gün onlarca dedikodu, yalan yanlış haberler, arkadan vurmalar... Sanki toplumun damarlarında zehir dolaşıyor. Peki, bu çürüme nereden geliyor? Neden bu kadar yaygın? Ve en önemlisi, bu karanlığın içinden nasıl çıkacağız? Gelin, birlikte düşünelim, çünkü ben de sizden biriyim; bu çamurun içinde debelenen, ama umudu elden bırakmayan bir insan.
Öncelikle, bu çürümenin köklerine inelim. Ahlaki çöküş, bireysel değerlerimizin erozyonuyla başlıyor. Eskiden "komşu hakkı" diye bir şey vardı, değil mi? Ama şimdi, birinin hatasını yakalayıp sosyal medyada linç etmek moda oldu. Dedikodu, en masum haliyle bile, insanları birbirine düşürüyor. "Falanca şöyle demiş, filanca böyle yapmış" diye başlayan sohbetler, bir bakıyorsunuz kin tohumları ekmiş. Toplumsal çürüme ise bundan besleniyor: Güven erozyonu, empati kaybı, aile bağlarının zayıflaması... Düşünün, bir toplumda herkes birbirinden şüpheleniyorsa, nasıl ayakta kalır? Bu çürüme, bireyleri yalnızlaştırıyor, toplumu parçalıyor.
Peki, bu çürümenin beraberinde getirdiği sorunlar neler? En başta, psikolojik yıkım geliyor. Dedikodu mağdurları, anksiyete, depresyon ve hatta intihar eğilimleriyle karşı karşıya kalıyor. Toplum seviyesinde ise, bu zehir ekonomiye bile sıçrıyor: İş yerlerinde dedikodu, verimliliği düşürüyor, işbirliğini baltalıyor. Siyasette? Yalan haberler ve iftiralar, demokrasiyi zehirliyor; insanlar gerçek sorunlara odaklanmak yerine, sahte skandallarla oyalanıyor. Ailelerde çocuklar bu ortamda büyüyor, empati yerine manipülasyonu öğreniyor. Ve en kötüsü, bu çürüme bir kısır döngü yaratıyor: Çürümüş bir toplum, daha fazla çürüme üretiyor. Sokaklarda şiddet artıyor, adalet duygusu kayboluyor, çünkü "herkes yapıyor" diye düşünüyoruz.
Ama durun, karamsarlığa kapılmayalım. Ben inanıyorum ki, her sorun gibi bunun da çözümü var. Ve bu çözümler, büyük devrimlerden değil, küçük günlük adımlardan geçiyor. Öncelikle, bireysel olarak başlayalım: Dedikoduya "dur" diyebilmek. Bir haberi paylaşmadan önce "Bu doğru mu? Bu kime zarar verir?" diye sormak. Empatiyi yeniden keşfetmek; karşımızdakinin acısını hissetmek. Eğitim burada kilit rol oynuyor: Okullarda ahlak ve medya okuryazarlığı dersleri artırılmalı. Aileler, çocuklara "sözün gücü"nü öğretmeli, dedikodunun bir silah olduğunu anlatmalı.
Toplumsal çözümlere gelince, sosyal medya platformları daha sıkı denetim getirmeli – ama sansür değil, şeffaflık. Yalan haberlere karşı hızlı doğrulama mekanizmaları. Sivil toplum örgütleri, "güven kampanyaları" düzenleyebilir: Mahallelerde, iş yerlerinde empati atölyeleri, diyalog grupları. Devlet ise, adalet sistemini güçlendirmeli; iftira ve dedikodu suçlarını ciddiye almalı. Ve unutmayalım, sanat ve kültür: İyi kitaplar, filmler, tiyatrolar bizi birleştirebilir. Ben mesela, her akşam bir şiir okumayı alışkanlık haline getirdim; insanı yumuşatıyor, hatırlatıyor ki hepimiz aynı gemideyiz.
Sonuç olarak, sevgili dostlar, bu çürüme insan eliyle başladı, yine insan eliyle bitecek. Belki yarın değil, ama adım adım. Siz de benim gibi hissediyorsanız, bugün bir dedikoduyu durdurun, birine içten bir gülümseme verin. Umudu yeşertelim, çünkü toplumumuz buna değer. Haftaya başka bir konuda görüşmek üzere, kalbinizden sevgi eksik olmasın.
Abdulselam Gülyen - Şırnak Ajans
Bir Sınır Kentinden Notlar