Bilgi inanç ve eleştirel düşünce (1)

Prof. Dr. Nurullah Agitoğlu / Şırnak Ajans  Geçenlerde kıymetli akademisyen dostum, Silopi MYO Müdürü Dr. Öğr. Üyesi Cüneyt Çatuk hocanın daveti üzerine, öğrencileri ile bir araya geldik. Yukarıdaki başlıkla ilgili bayağı uzun, ama çok verimli bir söyleşimiz oldu. Bu vesile ile Cüneyt Hocam ve kıymetli akademik-idari ekibine tekrar çok teşekkür ediyorum. O söyleşiden sizlerle paylaşmak istediğim bazı notlarım ise şöyle; Bilgi güçtür, derler. Hakikaten de öyledir. Bilgiye sahip olan, bilgiyi üreten, bilgiyle hareket eden bilgiye şekil de verir. Bilgi kıymetlidir, bilgi kıymet meydana getirir. Bilgiye kıymet veren, öne geçer, yol gösterir; inisiyatifi ele geçirir. Bizler ilk emri ‘Oku.’ olan bir inancın mensuplarıyız. Bilgiye ehemmiyet vermeme lüksümüz var mıdır? İlk emir, ilk ayet; ‘namaz kıl, oruç tut, hacca git’, değil, bakın. ‘Oku’’ buyurmuş Rabbimiz. Bu saydıklarım dinimizin temel rükünleri, zaten yapmak zorundayız. Onlarsız din olmaz. Ancak burada dikkat çekmek istediğimiz nokta, ‘oku!’ emrinden yola çıkarak, dinimizin bilgiye ve öğretmeye verdiği önem üzerinde kafa yormamız gerektiğidir. Bilgi araçtır, vesiledir. Amaç ameldir, davranıştır, uygulamadır. Ama amele giden yol, uygulamaya götüren vasıta hep bilgiden geçmiyor mu? Bilgi medeniyetinin çocuklarıyız, biz. Dünyaya medeniyet üreten, insanlık aşılayan ve ahlak öğreten bir inancın öğrencileriyiz. Zira medeniyetleri besleyen ve onları kuvvetlendiren güçlü kültür kaynaklarının olması, onların zenginliğinin bir göstergesidir. Çoğu zaman medeniyetler, belirli bir kültüre dayanmakla birlikte, onların esasını teşkil eden söz konusu kültür, ilim tarafından dönüştürülür. Bu sebeple her medeniyetin gelişmesi aynı zamanda ilmî gelişmelerle paralellik arz eder. Bu noktada medeniyet için olduğu kadar, dayandığı kültür için de ilmin oldukça belirleyici bir rolü olduğunu görmekteyiz. Bu kavram, başka hiçbir kültür ortamında İslam düşünce tarihinde olduğu kadar belirleyici olmamıştır. Öyleyse İslam’ın bir ilim dini ve onun vücuda getirdiği medeniyetin, bir ilim medeniyeti olduğunu rahatlıkla söyleme imkânına sahibiz (Agitoğlu, 2019, 187). Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, sadece ilk emrinde, ilk ayetinde değil birçok yerde bilgiye, ilme, irfana ve öğrenmeye atıfta bulunur. Akletmeyi, düşünmeyi, tefekkürü daima salık verir. Bilenlerle bilmeyenlerin eşit olamayacağına vurgu yapar. Kula, ilminin artırılması için Allah’a dua etmesini emreder. İman eden ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerinin Allah tarafından yükseltileceğini bildirir. Allah’tan ancak ilim sahiplerinin gerçek anlamda korktukları, haşyet duydukları belirtilir. Gelin, akletme, tefekkür etme ve düşünme ile ilgili şu ayetlere de kulak verelim: “De ki; size bir tek öğüt vereceğim: Allah için ikişer ikişer, birer birer kalkıp (huzurunda) durun, sonra iyi düşünün!” (Sebe, 34/46) “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri için (Allah'ın birliğine, yüce kudretine delâlet eden) âyetler vardır. Onlar ki ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler, göklerle yerin yaratılışını düşünürler de 'Rabbimiz, bunu boş yere yaratmadın, sen (tüm kusurlardan) münezzehsin, bizi cehennem azabından koru' derler.” (Âl-i İmrân, 3/190-191) “Onlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bakıp ibret almazlar mı? Sen hatırlat. Zira sen sadece bir hatırlatıcısın.” (Gâşiye, 88/17-21) “Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce yaşayanların kötü sonlarına bakmazlar mı? Allah onları yerle bir etmiştir. Kâfirleri de aynı azap beklemektedir.” (Muhammed, 47/10) Bir öğretmen olarak gönderildiğini buyuran bir Peygamber’in (sas) ümmetiyiz. Peygamberlerin dinar veya dirhem değil ilim ve bilgiyi, öğrenip öğretmeyi miras bıraktıklarını ifade eden Resulullah (sas), meleklerin rızalarını göstermek amacıyla ilim talebesi ve bilgi yolcusu için kanatlarını indirdiklerini vurgular. İlahi sistem bunun üzerine bina edilmiştir. Din hayatla böyle buluşur. İnanç amele böyle dönüşür. Amel ahlakı böyle üretir. Yüce İslam’ımız, tutucu ve bağnaz değildir. Mensuplarının bilerek, şuurlu bir şekilde kavrayarak ve içselleştirerek inanmasını ister. Böyle olmalı ki inanç; onun hayata yansıtılması kolay olsun. Hayata aksetmeyecekse, amele dökülmeyecekse ve ahlaka dönüşmeyecekse o inancın bir faydası olur mu? O inanç, iman sayılır mı? Elbette ki hayır. (DEVAM EDECEK)