Tarihin Göbeğinde..
Metin RASTDİL / Şırnak Ajans
Modern eğitimi, bu yüzyılda hiçbir birey ve toplum reddemez. Modern okullar, üniversiteler Sanayi Devrimi sonrası dünya için vazgeçilmez kurumlar olmuştur. Ancak modern eğitimin birey üzerinde çok sayıda faydasının yanında bizim coğrafyada yabancılaşmaya yol açtığı da yadsınamaz. Modern eğitim, bizi yağında kavurdukça yerel tarihimizden ve yerel kültürümüzden uzaklaştık. Modernizmi, eski kalan her şeyden kaçmak, eskide kalan her şeyle bağımızı koparmak olarak anladık. Bu yüzden binlerce yıllık tarihimizden, kültür hazinemizden uzaklaştık ve arkamıza bakmadan kaçtık. Modernleştiğimizi hissettikçe kültürümüzü arka plana ittik, kültürel ögelerimizi küçümsedik ve Neolitik Devrimin başladığı bu toprakların binlerce yıllık tarihi mirasını önemsemedik. Halbuki benzemeye çalıştığımız Avrupalılar, binlerce kilometre öteden gelip bizim tarihimizi, kültürümüzü ortaya çıkarmaya çalıştılar. Yani modernizm akımının başladığı coğrafyada yaşayan insanlar, bizim kaçtığımız, uzaklaştığımız, görmezden geldiğimiz tarihsel coğrafyamızda yerel tarihimizi, antik kentlerimizi, dokuz on bin yıllık tarihe sahip antik köylerimizi ve mekânlarımızı gün yüzüne çıkarmaya başladılar. Demek ki modernizmi ve modern eğitimi yanlış anladık. Modern eğitim almak, tarihinden, kültüründen, müziğinden, her türlü kültürel ögeden kaçmayı gerektirmezmiş.
1798 yılında Fransa lideri Napolyon, Mısır’ı almaya giderken yanında arkeoloji eğitimi almış eğitimli kişileri götürdüğü bilinir. Bu anekdot, modern arkeolojinin temeli sayılır. Mısır ve sonrasında tüm coğrafyamızda başlatılan arkeolojik yüzey araştırmaları, tarihin göbeğinde olduğumuzu gösterdi. Avrupalı arkeologlar, tarihçiler, sanat tarihçileri 1798’den günümüze yaptıkları tüm kazılar ve yüzey araştırmalarında evcilleştirilmiş buğdayın ve birçok tarımsal ürünün, ilk yerleşik köy birimlerinin, evcilleştirilmiş birçok hayvanın, ilk şehirlerin, ilk yerleşik hukuk sistemlerinin, ilk devletlerin doğuşu olarak coğrafyamızı işaret etmişlerdir. 227 yıldır devam eden modern arkeolojik kazılar ve araştırmalar, tarihin sıfır noktasını bulduğunu söyledikçe daha eski yerler ortaya çıktı. Büyük bir ihtimalle, şu ana kadar ortaya çıkartılan yerleşim alanları, tespit ve tescil edilen tarihi eserler, binlerce yıllık tarih okyanusunun sadece birkaç damlasıdır.
Peki biz bu uçsuz bucaksız tarih okyanusunun farkında mıyız? Doğduğumuz, yaşadığımız, çocukken sokaklarında oynadığımız köylerimizin tarihini biliyor muyuz? 21.yüzyılda yaşamın hala devam ettiği bazı köylerimizin binlerce yıllık antik köyler olduğunu biliyor muyuz? Coğrafyamızda hala orijinal isimleriyle telaffuz ettiğimiz bazı dağlarımızın, ovalarımızın, nehirlerimizin ve birçok yerleşim biriminin isminin binlerce yıl önce çivi yazıları ile kil tabletlere yazıldığını biliyor muyuz?
Hadi, birkaç örnek verelim.
Günümüzde Şırnak’ın Uludere(Qilaban) ilçesine bağlı Andaç köyünün orijinal adı Elemun’dur. Elemun ismi Asur Kralı 2.Sargon’un Milattan Önce 714’te başlattığı 8.seferinde geçmektedir. Asur Kralı Sargon, dönemin kutsal kenti olan Muşaşir’i yağmalamaya giderken bölgenin yerleşik halkı olan Nairi ve Habhi insanlarının Elamunia dedikleri Büyük Zap ifadesi geçiyor.[1] Asur kralı kendi ağzından kil tablete bölge halkının buraya Elamunia dediğini tabletlere yazdırıyor. Dolayısıyla 2 bin 739 yıl önce Elemun kayıt altına alınmış alıyor. Günümüzde Türkçe ismiyle resmi olarak Andaç olan köyün Kürtçe adı ise hala Elemun olarak orijinal haliyle kullanılıyor. Aynı bölgeden başka bir örnekle devam edelim. Günümüzde Uludere (Qilaban) ilçesine bağlı Ortabağ köyünün orijinal adı ve hala halk arasında Kürtçe’de kullanılan adı Kiror’dur. Tam 2 bin 881 yıl önce Kiror köyünün adı Asur Kralı 3.Salmanassar’ın 3.seferinde geçtiği güzergâhlardan birisi olarak kaydedilmiş. [2] Asur kralı, kuzeye yaptığı seferde Kirruri geçidinden geçip Urartu topraklarına saldırıyor. Görüldüğü gibi günümüzde hala insanların yaşadığı bazı köylerimiz aslında binlerce yıllık birer antik köylermiş. Yerleşim yerlerimizin orijinal isimleri binlerce yıl önceki kral tabletlerinde kayıt altına alınmış. Bunlar gibi onlarca örnek olduğunun farkında mıyız? Finik Mirliği’nin sadece bir Ortaçağ Mirliği olduğunu mu düşünüyoruz? Ta 2 bin yıl önceden Finik’in Pinaka olarak ünlü coğrafyacı Strabon (MÖ 64 – MS 24) tarafından yazılı olduğunu biliyoruz.
Sahi Kasrik adı dikkatinizi çekti mi? Kasrik deniliyorsa vardır bir kasrı, köşkü, kalesi değil mi? Kumçatı’ya ( Dêrgul) bir gün yolunuz düşerse Mir Bedirhan’ın her yaz konakladığı yazlık kalesini bir sorar mısınız? [3] Cizre’den Güçlükonak’a giderken Damlarca köyünde (Keraşa) başınızı sağa çevirdiğinizde yıkılmak üzere olan Feqîyê Teyran Medresesi’ni görürsünüz. Yüzlerce yıl ayakta kalmış ama şimdilerde bakımsız, sahipsiz medreseyi…
Hadi dağların başında çürümeye terk ettiğimiz kaleler dikkat çekmiyor, bari gözümüzün önünde gün gün yok olan bu tarihi medreseyi kurtaralım. Yüzlerce yıl ayakta kalabilmiş bu tarihi eser, aslına uygun olarak restore edilmeyi hak etmiyor mu?
Dipnotlar:
[1] : Mirjo Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2006.
[2] : Daniel David Luckenbill, 1926-1927, Ancient Records of Assyria and Babylonia, Chicago.
[3] : Metin Rastdil, Gurkêl Okulu, KDY Yayınları, 2023.
Şırnak Ajans / Metin RASTDİL

